II- FIKIH

II- FIKIH:
A- MÂNASI:
Faqîh, mütefaqqıh gibi kelimelerin de aslı olan "fıqh"ın lûgat mânası anlamak, kavramak, idrak etmektir. Aynı mânayı ifade eden kelimelerden fıkh'ın farkı, buradaki anlayışın sathî değil, derinliğine olması ve söyleyenin maksadını da içine almasıdır.(4)

B- MEFHÛM VE ŞÛMÛLÜ:
Fıkıh kelimesi islâmın ilk devirlerinden zamanımıza kadar birkaç defa mefhum değiştirmiş, buna bağlı olarak da fıkıh için çeşitli tarifler verilmiştir. Hz. Peygamber ve Sahâbe devrinde fıkıh, tedvin edilmiş ayrı bir ilmin adı değildir. İtikad, amel ve ahlâk konularında, kitap ve sünnetten anlaşılan, elde edilen bilgiler fıkıhtır. "İlm" kelimesi de -bu devrede- aynı mânaya gelmektedir.
Ebû Hanîfe fıkıh'ı: "Kişinin, leh ve aleyhindeki şeyleri bilmesidir." diye tarif ederken kelimenin şümûlü aynıdır. Ancak itikad, ahlâk... ilimlerinin mevzûları zenginleşip husûsîleşince fıkıh kelimesi itikad ve ahlâk bilgileri dışında kalan amel ve muamele ile alâlakı bilgilere, kaidelere tahsis edilmiş ve tarife "...amel cihetinden..." ifadesi eklenmiştir.
İmam Şâfiî de fıkhı: "Dinin ameli hükümlerini, muayyen delil ve kaynaklarından alarak elde edilen bilgidir" diye târif etmiştir.(5)
Bu tariflerde fıkhın içine "ibâdât, muâmelât, uqûbât" girmektedir.
Yani hem ibâdet bahisleri, hem de bu günkü mânada hukuk mevzûları fıkhın şümûlü içindedir. Bu şümul son asra kadar devam etmiş, yazılan kitaplar bütün bu mevzûları ihtiva etmiştir.
Umûmiyetle fıkıh bu şümul içinde ele alınmakla beraber bazı mevzûlar ve dalların ayrı teklifler ve çalışmalara konu teşkil ettiği de olmuştur. Amme hukuku dalında "el-Ahkâmu's-sultâniyye, es-Siyâsetü's-şer'iyye, Siyâsetnâme" isimli kitaplar; devletler hukuku branşında "es-Siyer" kitapları, vergiler ve mâlî konularda Ebû Ubeyd'in (v. 224/839) el-Emvâl'i, Ebû Yûsüf'un (v. 182/798) el-Harâc'ı gibi kitaplar, miras hukukuna ait "Ferâiz" kitapları, hukuk nazariyyâtı ve mücerred hukuk ilmi dalında Usûl el-fıqh kitapları... bu cümledendir.
Son asırda biraz ihtiyacın sevki ve biraz da batının tesiriyle fıkhın bazı dalları müstakil isimler altında ayrılmıştır: Aile hukuku: "Münâkehât, müfâreqât" âile ve şahsın hukuku "el-Ahvâlü'ş-şahsıyye, eşya ve borçlar: "el-Uqûd, el-iltizâmât", ceza hukuku: el-Cinâyât et-Teşrîu'lcinâî", anayasa: "ed-Düstûr, Nizâmu'l-hukm...".
Eskiden fıkıh içinde mütâlâa edilen el-Âdâb, ahlâka, ibâdetler ise daha ziyade bu mevzu için yazılmış kitaplara (meselâ ilmihallere) intikal etmiştir.

C- MÜSLÜMANLARIN HAYATINDA
FIKHIN YERİ VE ÖNEMİ:
İbâdeti, hukuku, ahlâkı, iktisâdî ve ictimâî ilişkileri içine alan Fıkıh, çeşitli milletlerden oluşan islâm ümmetini birbirine bağlayan, birleştiren, ümmetin bir özelliğini teşkil eden müessesedir. Bir mânada ümmetin hayatıdır. Fıkıh'sız ümmet hayatını devam ettiremez. Kaynak olarak vahiy ve ictihada dayanan Fıkıh, düzenlediği ilişkilerin çeşitlilik ve şümulü, hitab ettiği insanların genişliği bakımından tektir, benzeri ne başka bir millette, ne de bir başka peygamberin getirdiği dinde vardır. Fıkh'ın ihtiva ettiği konulara ve düzenlediği ilişkilere bir göz atılırsa oldukça geniş ve benzersiz bir tablo ile karşılaşılır: Fıkıh Allah ile kul arasındaki şahsî ilişkiyi düzenlemekle işe başlar. Namazı, orucu, zekâtı, haccı, görünen ve görünmeyen (abdestsizlik, cünüblük gibi) pisliklerden temizlenmeyi, sünneti, tıraşı, kılık kıyafeti öğretir. Böyle bir müessese daha önce görülmediği ve bilinmediği için müşrikler tarafından yadırganmış ve içlerinden birisi şöyle demişti: "Adamınız (Hz. Peygamber) size her şeyi, hatta nasıl tuvalete çıkacağınızı öğretiyor? Bu itiraza muhatap olan Selmân (r.a.) şu cevabı vermişti: "Evet, O bir kimsenin sağ eliyle arkasını temizlemesini, abdest bozarken kıbleye dönmesini, kuru tezek ve kemik kullanmasını yasaklamış, 'kimse üç taştan daha azıyla arkasını temizlemesin' buyurmuştur."(6) Fıkıh bayram ve cuma gibi günlerde güzel giyinmeyi, güzel kokmayı, yenecek ve yenmeyecek şeyleri, yeme içme âdâbını öğretmiştir. Fıkıh toplum ahlâk ve düzenine el atmış, onu iyileştirmek için gerekli tedbirleri almış, düzenlemeleri yapmıştır. Bu cümleden olarak hukukî ve iktisâdî işlemlerde doğruluğu, akit ve sözün yerine getirilmesini emretmiş, zina, içki, gıybet, söz taşıma, iftira, yalan şahitlik, jurnalcilik, hukuka aykırı davranış vb.ni yasaklamış, bunları engelleyen müeyyideler getirilmiştir. Fıkıh sosyal adâleti temin için zekât, keffaret, fitre, kurban şeklinde, zenginlerin mallarında fakirler için hak tesis etmiştir. Müslümanların bir araya gelmeleri, problemlerini görüşüp çözümler aramaları, bilgi, beceri ve kültür alış-verişinde bulunmaları, aralarındaki kardeşlik bağlarını güçlendirmeleri için hac, bayram, cuma gibi mecburi toplantılar tertip etmiştir.
Aile hayatını düzenlemiş, evlilik sayılan ve sayılmayan akitleri detaylarına kadar açıklamış, maksada uygun aileyi koruyucu tedbirler getirmiş, uygunsuz aile bağlarını sona erdirmeyi caiz kılmış, aile fertlerinin hak ve yükümlülüklerini düzenlemiştir.
İctimâî bir varlık olan insanın ihtiyaçlarını göz önüne alan Fıkıh satım, kira, rehin, kredi, şirket gibi mal-şahıs arası akitleri düzenlemiş, hukuk ve ekonomide hileyi, aldatmayı, rızaya aykırı kazanmayı, güçlünün zayıfı ezmesini yasaklamış, bunları önleyen hukuki müeyyideler getirmiş, bu cümleden olarak toplumların âfeti olan faizi haram kılmıştır.
Toplum düzenini sağlamak üzere gerekli kurum, kuruluş ve bunların sorumlulularını ele almış, bu cümleden olarak devlet başkanının nasıl seçileceğini, toplumu nasıl yöneteceğini, haklarını ve sorumluluklarını, kazâ, hisbe gibi diğer devlet kuruluşlarını, bunların vazife ve sorumluluklarını, devletler arası ilişkileri, savaş ve barışta tutulacak yolu, düzeni bozanlara karşı uygulanacak tedbirleri ve cezaları açıklamıştır. Denebilir ki Fıkıh, ferdin doğumundan ergenlik ve rüşd çağına, evlenmesine, çocukları ile ilişkisine, mesleğine, vefatına, vefatından sonra vasiyet ve mirasına, geride bıraktıklarının korunmasına kadar hayatının bütün safhalarına el atmış, her adımında onunla beraber olmuş, yol göstermiştir. Aynı husus toplum ve toplumlararası ilişkiler için de söz konusudur.
Fıkıh toplumun yalnızca dünya hayatına ait bir kısım ilişkilerini düzenlemekle yetinmemiş, dünya ve âhiret hayatını birlikte göz önüne almış, menfaatleri buna göre dengelemiş, özellikle hukuki işlemlerde örf, âdet ve maslahata (amme menfaatine) yer vermiş, devlet başkanını toplumun dini hayatında da başkan (imam) olarak takdim etmiştir.
Tarihte İslâm ümmetinin adâletini dillere destan eden işte bu Fıkıh'tır. Bu sebepledir ki Avrupa ülkelerinde ilk kanunlaştırma hareketleri başladığında Birinci Napolyon gibi bazı devlet başkanları İslâm hukukundan yararlanmış, iktibaslarda bulunmuşlardır.(7)
Bütün bu özelliklerine ek olarak Fıkıh, Hz. Peygamber'in Medine'ye hicretinden vefatına kadar geçen on yıl gibi çok kısa bir süre içinde tamamlanmış, kaynakları, esasları ve prensipleri bakımından eksiksiz olarak ümmete teslim edilmiş, ictihad yoluyla geliştirilmesi ve değişen hayata intibakının sağlanması onlardan istenmiştir. Buna mukabil Roma Hukuku, bu millet tarih sahnesinde on üç asır kaldıktan sonra ancak Jüstinyen devrinde olgunluk çağına ulaşabilmiş ve sistemleştirilip tedvin edilmesi için de 57 yıl gerekmiştir.

4. İbn Kayyim, İ'lâmu'l-Muvakkı'în, Kahire, 1955, C. I, s. 179.
5. Tehânevi, Keşşâfu-Istılâhâti'l-Fünûn, mukaddime.
6. Taş ile taharet suyun bulunmadığı, yahut az olduğu yerlerde söz konusudur. Hadis için bak., Müslim, Tahâret, 57, 58.
7. El-Hacevî, el-Fikru's-sâmî, C. I, s. 14.