Kavramlar Sözlüğü

Ahd: Atama, belirleme

Akile: Hataen öldürme suçu işle­yen kişiyle birlikle diyeti yüklenen ki­şiler anlamında olup, bunlar genelde kişinin asabesidir.

Anveten: Kılıç zoruyla, savaş yo­luyla.

Arâyâ: 1) Sahibinin, ihtiyaç sahi­bine verilmek üzere hurmasını bağışla­dığı hurma ağacı.

2) Bey´ul-arâyâ: Yaş hurma yedirmek için diğer bir kişiden tahmini olarak verdiği kuru hurma ka­dar yaş hurma alması.

Arız: İlinek, ilineksel, geçici.

Aslî nefy: Boşluk, olumlu ya da olumsuz hüküm bulunmaması duru­mu.

Ayn: Dış dünyada var olan şey; deyn (borç) mukabili.

Bâis: Etken, İçitken, iç sevkedici, yönlendirici sebep

Bâtın: İç, görünmeyen

Bedene: Deve

Behimetu´l-en´âm: Deve, sığır, koyun gibi kara hayvanları

Beyyine: Gerçeği açığa çıkaran kesin delil. Muhakeme usulünde şahit­lik vs. gibi ısbat vasıtalarına verilen ad.

Biaynihi: Bizzat, doğrudan, mu­ayyen olarak

Bid´î talak: Sünnete uygun olma­yan boşama

Bintu lebûn: İki yaşını doldurmuş dişi deve

Bintu mahâd: Bir yaşını doldur­muş dişi deve

Bulûğ: Ergenlik yaşına ulaşma, küçüklükten çıkıp, mükellefiyet merhalesine girme.

Cehd: Çaba, gayret

Celî: Açık, net

Cem1: Birleştirmek, biraraya ge­tirmek, toplamak

Cemre: Çakıl, taş. Taş atılan yer.

Cerh-ta´dîl: (Hadis ilminde) ravi-lerin adaletinin araştırılması.

Cerime: Suç

Cevaz: İmkan, caİzlik Celd: Zina eden gayr-i muhsan kişilere ve zina if­tirasında (kazf) bulunanlara, belirlenen ölçülerde değnek veya kamçı ile vur­mak demek olup, her bir vuruşa celde denir.

Cibâye: Toplama

Cizye: İslam topraklarında oturan gayri müslimlerdcn alınan baş vergisi.

Cübrân: Telâfi, tedârik

Dâiye: İtici sebep, iç çağrı Dînar: Altın para Dirhem: Gümüş para. Ağırlık öl­çüsü birimi.

Diyet: İnsan öldürmekten dolayı Öldüren tarafın vermesi gereken mal. Can/kan bedeli.

Emare: Belirti, iz. Erş: Öldürmeyle sonuçlanmayan yaralanmalarda verilmesi gereken mal. Eyyim: Kocasız kadın.

Fâcir: Bkz. Fücur

Fahva´l- kelam: sözün gelişinden çıkan anlam, muhteva.

Fasd: Bazı hastalıkların tedavisi amacıyla boyun damarından kan akı-tılmasıdır.

Fere: Yarık, kadının cinsel orga­nı, (erkeğin ki içinde kullanılır)

Fevr: Hemen, derhal, çabucak.

Fevt: Ortadan kalkma, kaçıp git­me

Fidye: Bedel. Bir ibadetteki ek­sikliğe karşılık olarak Allah için tak­dim edilen şey (Oruç keffareti vs. gibi)

Fısk: Allah´ın emrine muhalefet etmek

Fücur: Doğrudan ayrılmak, isyan

Garar: Belirsizlik, işin nereye va­racağının bilinmemesi, aldanma, risk, tehlike. Garar satımı: Gerçekleşip ger­çekleşmeyeceği bilinmeyen şeyin salı­mı

Grum (Garame): Bir kimse üzeri­ne, cinayet ve hıyanet dışında verdiği bir zarara bedel olarak ödemesi lazım gelen şeydir.

Gurre: Ceninin diyeti (kan bede­li) anlamında kullanılır. Gurre, kaliteli bir köle veya cariye olarak belirlen-

miştir. Ancak bunların kıymeti de öde­nebilir

Haccâm: Hacamatçı

Hamr: Şarap

Havi: Sene

Hazr: Yasaklık, haramlık.

Hilaf: Tartışma, görüş ayrılığı.

Hıkka: Üç yaşını doldurmuş dişi deve.

Hırz: Koruma altına alınmış me­kan, malın adeten korunduğu yerdir ki, korunan mala göre değişiklik arzeder.

Hutf: Geri kalma, aykırı davran­ma.

Hulul: Vakti gelmek, vadesi dol­mak, girmek, yerleşmek.

Hüccet: Zannı galip oluşturabile­cek mahiyetteki delil.

Ihsân: Meşru bir evlilik içinde zi­fafa girmiş olma durumu anlamında­dır.

Ikâb: Cezalandırma, ceza, azap.

Iyne Satımı: Vadeli satın aldığı malı aynı mecliste daha ucuza peşin olarak geri satmak.

İbdâl: Bedel/ alternatif getirme.

İbra: Temize çıkarma, aklama, borçsuz kalma.

İczâ: Asgari yeterlilikle yerine ge­tirme, kaza borcundan kurtulacak bi-Çİmde îfa.

İddet: Süre. Boşanan veya kocası ölen kadının beklemesi gereken süre.

İdlâ: Ulaşmak, bağlantılı olmak.

İdmâr: Zikretmemek, gizli tut [II, 396mak.

İhticâc: Hüccet getirme, gerekçe­lendirme.

İhtisar: Özetleme, kısaltma.

İktida: Birini önder edinmek, onun gibi davranmak.

İktizâ: Gerektirme, gerekme.

İktiran: Bitişme, yakınlaşma, he­men peşinden gelme, birliktelik, ya­kın/eş zamanlı olma.

İktisâr: Kısaltmak, hasretmek.

İlhak: Katma, dahil etme.

İlkâ: Atmak, koymak.

İltizâm: Yüklenme, üzerine alma, yerine getirmek durumunda olma.

İlzam: Gerekli kılmak, yüklemek, bağlamak.

İmsak: Tutmak, elde tutmak (ni­kah) geri durmak (oruç).

İmtisal: Uygun davranma, yerine getirme, boyun eğme, uyma.

İmtizaç: Tutma, karışma

İn´ikâd: Kuruluş, gerçekleşme, (akit için)hukuki varlık kazanma.

Inkirâz: Geçip gitme, yok olma.

İnkiyâd: Boyun eğmek.

İntifa: Bulunmama.

İrâdetu´l-Kâinat: Olan şeyleri di­leme, murad etme.

İrtikâp: İşleme, yapma.

İstidlal: Delilden hareketle sonu­ca ulaşma, delile dayanma, delil gös­terme.

İstifham: Soru sorma, anlama is­teği.

İstiğrak: Bütünüyle içine alma, yutma, kaplama, kapsama.

İstihbâb: Müstehaplık, yapılması iyi/güzel olmak.

İstikra: Tümevarım, tek tek araş­tırma

İstîlâd: Efendinin, cariyesinden çocuk edinmesi durumu olup, böylesi cariyeye ümmü veled denir.

İstinbât: Çıkarmak. Hüküm istin-batı; ietihad yoluyla hükmün çıkarıl­ması.

İstincâ: Abdest bozan kişinin su veya başka bir şeyle temizlenmesi.

İstintaç: Sonuç çıkarma, netice elde etme.

İstismar: Semere elde etme işi. Üretim, ürün alma.

İstİşhâd: Şahit getirme, desteğini alma.

İstitâat: Güç yetirme, yapabilme.

İşkal: Anlam kapalılığı.

İştiyak: Arzulama, Özlem duyma, şevk.

İtlaf: Telef etme, tüketme.

İ´tikâf: Oruçlunun ibadet maksa­dıyla mescidde kalması.

Itk: Azat etme, hürriyetine kavuş­turma.

İttırad: Birbirine uymak, tabi ol­mak, düzenlilik, süreğenlik, tekdüze­lik.

İttıradu´l-âdât: Olağan işlerin düzenji akışı.

İttiba: Tabi olmak, peşinden git­mek, uymak.

İttisal: Bitişme, buluşma.

İzmâr: Bk. İdmâr

Kariha: İnsanın söz söyleme ve görüş açıklamasını sağlayan zihnî ye­tenek, meleke.

Karine: İpucu.

Kasır: Özel, geçişsiz.

Kazf: Bir kimseye, onu zina töh­meti altında bırakacak bir söz söyleinektir.

Kefâet; Denklik.

Keffâret: Belli bir suçu/günahı yoketmek için Şer´in köle azadı, oruç tutma, yemek yedirme ve benzeri bir şeyi vacib kıldığı tasarruftur.

Kelâmu´n-nefs: İçsel konuşma.

Kesb: Çalışıp kazanma.

Keyl: (Hacim olarak) ölçme.

Kîrât: Beş arpa ağırlığında ağırlık Ölçüsü. (Hadiste, Uhud dağı anlamın­da)

Kitabe akdi: bk. Mükâtebe.

Kıntar: Çok mal.

Kıyemi: Piyasada misli bulunma­yan, kıymete göre değerlendirilen.

Küt: Saklanabilir, dayanıklı yiye­cek maddesi.

Liân: Lanetleşmek. Kocanın karı­sına zina isnadında bulunup, bunu dört şahitle isbat edememesi durumunda hakim önünde özel şekilde yeminleş-meleridir.

Mahzûf: Silinmiş, atılmış.

Makdur: Kudret sonucu oluşan, güç dahilinde olan.

Ma´lûfe: Yılın çoğunu ahırda yemlenerek geçiren hayvan.

Mansûs: Nas ile belirtilmiş, hak­kında nass bulunan.

Mantuk: Açıkça söylenmiş, dile getirilmiş, sözlü ifade.

Maslahat: Yarar, fayda, iyilik.

Mazınne: Zan kaynağı, zan sebe­bi, kaynak.

Mebde: Başlangıç, hareket nokta­sı.

Me´cûr: Ecir verilmiş, mükafat­landırılmış.

Medârik: Kaynak, idrak yeri.

Medlul: Delâlet edilen, gösteri­len, delilin delâlet ettiği şey.

Mefkûd: Kendisinden haber alın­mayan, nerede olduğu ve yaşayıp ya­şamadığı bilinmeyen kayıp kişi.

Me´haz: Kaynak, alınma yeri.

Mehir (Mehr) : Evlenme akdinde kocanın karısına vermesi gereken meblağ, mal.

Mekâdir: Mikdar´ın çoğulu olup, ölçü anlamına gelir.

Me´lûf: Alışılmış.

Menât: Dayanak, kaynak, illet.

Meyte: Usulüne göre boğazlan-maksızın veya avlanmaksızın ölmüş hayvan, murdar.

Mislî: Piyasada şeklen ve sureten benzeri/dengi kolayca bulunan.

Muaheze: Sorgulama, sorguya çekme.

Muâtât: Teati yoluyla satım; söz­lü irade beyanı olmaksızın fiilen alip-verme yoluyla yapılan satım.

Mufavvıda: Mehir belirlenmeksi-zin evlenen ve zifaftan önce kocası ölen kadın.

Muhabere: Belli bir hisse karşılı­ğında toprağı kiraya verme şeklinde yapılan tarım ortakçılığı.

Muhala´a: Erkeğin karısını ken­disine verdiği mal mukabilinde boşa­ması.

Muhassıl: Derinleşmiş, mütehas­sıs.

Mut´a: Mehire hak kazanmaksı­zın boşanan kadına verilen mal, hedi­ye. Faydalanma.

Muttarid: bk. İttirad.

Muztar: Zarurette/darda kalmış, meşru seçenekten yoksun kişi.

Müellef: Birleştirilmiş, uzlaştınl-mış.

Mübdel: Kendi yerine bedel geti­rilen şey, asi.

Mücâleme: İyi geçinme, iyi gö­rünme.

Müdebber: Hürriyeti efendinin ölümüne bağlanmış köle.

Mühmel: İhmal edilmiş, hoşlan­mış, anlamsız.

Mükâteb: Hakkında mükâtebe akdi yapılmış köle.

Mükteseb: Kazanılmış, elde edil­miş.

Mülhid: Dinden sapan, uzakla­şan.

Münhasır: Özel, hasredilmiş.

Müntefî: Nefyedilmiş, yok olmuş gitmiş.

Müsakkal: Âdeten öldürme amaçlı kullanımı olmayan kilo, taş vb. gibi şeyler.

Müslevlede: Kendisinden çocuk edilinilen câriye, ümmü veled.

Müsmir: Semere veren, doğuran (delil), ürün veren.

Müstesmir: Semere elde eden. (Müctehid) ürün alan üretimci.

Müşkil: Kapalı, zor anlaşılır.

Müteaddi: Geçişli.

Müteallak: İlgi kurulan, bağlantı yapılan, ilişkilendirtlen.

Müteazzir: İmkansız derecede zor.

Mütekarrib: Yakınlaşan.

Mütekavvim: Alınıp satılması, kullanılması şer´an caiz olan (mal).

Mütelâzim: Birbirine bağlı, biri olunca, diğeride olan.

Mütemâsil: Benzer, denk. Muvazi: Benzer, denk. Müzeyyef: Zayıf, değersiz.

Nakdiyet: Nakit olma, nakit para .oluş.

Nakz: Bozma, geçersizleştirme.

Nazar: İnceleme, araştırma, akıl yürütme.

Nebbâş: Kefen soyucu.

Nebîz: Hurma ve kuru üzüm gibi şeylerin suda bekletilmesi ile elde edi­len sertlik/keskinlik kazanmış içecek.

Nefy: Yokluk, herhangi bir hük­mün bulunmayışı, yokluk bildirimi.

Nezir (Nezr): Adamak, adak.

Nısab: Sözlük anlamı asıl ve mer-cidir. Terim olarak ise zekat gibi bazı vecibelerin, haddi sirkat gibi bazı ce­zaların vucubuna alamet olmak üzere Şarî´ tarafından konulan muayyen mik­tardır.

Nısab: Sözlük anlamı asıl ve mer-cidir. Terim olarak ise zekat gibi bazı vecibelerin, haddi sirkat gibi bazı ce­zaların vucubuna alamet olmak üzere Şarî´ tarafından konulan muayyen mik­tardır.

Nutk (nutuk): Söz söylemek, söz­le ifade etmek, konuşmak.

örfül-luga: Dilin kullanım gele­neği.

Rec´at (Ric´at): Dönüş, dönme. Ric´î talakta -iddelin tamamlanmasın­dan önce- kocanın, karısına geri dön­mesi.

Rüçhan: Ağır basma, üstün gel­me.

Sarık: Hırsız.

Seleb: Savaşa katılan kişinin savaş esnasında yanında bulunan at, si­lah, giysi ve süs eşyası gibi, kendine has olan şeylerdir.

Selem: Akit meclisinde peşin ödenmiş semen mukabilinde daha son­ra teslimi yapılacak olan mal üzerinde yapılan akit.

Sem´: Duyma, nakil, duyuntu, du­yum. Şâri´den gelen, duyulan.

Semen: Fiyat, bedel.

Semere: Ürün, meyve, (hüküm).

Sevm-i nazar: Müşterinin, fiyatı Öğrenmeksizin veya fiyata razı olmak­sızın malı bir bakayım, göstereyim vs., beğenirsem, beğenirlerse alırım diye­rek kabzetmesidİr. Bu durumda mal müşteri elinde emanet hükmünde olur. Yani müşterinin elinde zayi olursa taz­minle yükümlü olmaz.

Sevm-i şirâ: Müşterinin, malın fi­yatını Öğrendikten sonra -bu fiyata razı olarak- hoşuma giderse bu fiyata alı­rım diyerek malı kabzetmesi, kabzedi-len mal, müşterinin elinde zayi olursa müşteri o malın kıymetini/piyasa de­ğerini tazmin etmek durumundadır.

Sevr: Kaziyyede mevzuun fertle­rinin kemmiyetine delalet eden lafız.

Seyyib: Cinsel ilişkide bulunmuş (er görmüş)kadın. Gerek ölüm, gerek­se boşanma nedeniyle kocasından ay­rılmış (dul kalmış) kadın.

Sîret: Hal, hareket, tavır, gidişat, tutum.

Sıyga: Sözün kalıbı, kip.

Subre: Yiyecek kümesi, yığın,

Sünnî talak: Sünnete uygun boşa­ma.

Şâz: Ayrık, ayrıksı, genel kurala uymayan.

Şer´: Şeriat, Şâri´in hitabına bağlı olan. Ameİî-ferî hükümler. Hukuk. Hukuk düzeni.

Sığar nikahı: Trampa usulü evli­lik. Kişinin, kızıyla evlendirtmesi üze­re kızını bir başkasıyla evlendirmesi ki aynı durum kızkardeş ve anne için de geçerlidir. Bu durumda iki taraf da mehir vermez.

Şüf a: Bir gayri menkûlü salın al­mada öncelikli hak sahibi olma, ona­lım.

Şüphe: Kolay çürütülebilen zayıf gerekçe, iddia.

Taayyün: Belirli hale gelme, mu-ayyenleşme.

Tab´: Yapı, karekter, mizaç.

Ta´diye: Geçişli hale getirme, başkalarına taşırma, sirayet ettirme.

Ta´dil: Düzeltme, adil olduğunu söyleme.

Tahakküm: 1) Delilsiz ve keyfî olarak hüküm verme, 2) Hüküm koy­ma yetkisi, illeti akılla kavranamayan hüküm koymak, teabbüd.

Tahtie: Hataya nisbet etme hatalı olduğunu söyleme.

Takyid: Kayıtlama.

Ta´lik: Bağlama, ilişkilendirme.

Tasriye: Kelime olarak suyu hap­sedip toplamak demektir, terim olarak da alıcının hayvanı çok sütlü zannet­mesini sağlamak için hayvanın sütü­nün satımından Önce kasıtlı olarak sa-ğılmayıp memede tutulmasıdır.

Teaddi: Geçişli hale gelme, düş­manlık etme.

Teabbüd: Mükellef tutmak, amel etmek, illeti akılla kavranamayan hü­küm koymak. İbadet ve hizmet etmek.

Teamül: Yaygın uygulama

Teânüd: İnatlaşma, cedelleşme.

Teberriik: Bere ket umma, uğur sayma, bereketlenme.

Tecsim: Cisimlendirme, cisim is-nad elmc.

Tedebbür: Sonunu hesaplama, düşünme.

Teemmül: İyice anlamaya çalış­mak, üzerinde durmak.

Teessî: Birini örnek/model edin­me, iktida etmek.

Tefâvüt: Farklılaşma, değişiklik, fark.

Tefsik: Fasıklığa nisbet etmek.

Tefvit: Fevt etme, kaçırma.

Telbis: Karıştırma, yanıltma.

Telhis: Özünü çıkarma. Özetle­me.

Temekkün: İmkan bulma, yer tutma.

Temessül: Şekillenmek, biçime girmek.

Tesâkut: Düşüşmek, karşılıklı olarak düşmek.

Te´sîm: Günaha nisbet etme gü­nahkar olduğunu söyleme.

Tevabi´: (Tekili) Tâbi, uydu.

Tevakkuf: Kararsızlık, belirsizlik, çekimserlik, duraksama.

Tevkif: Doğrudan ve bağlayıcı bir şekilde bildirme, öğretme, üstbildirim.

Ukr: Şüphe taşıyan cinsel ilişki sebebiyle, kadına ödenmesi gereken

istifade bedeli, mehir anlamındadır.

Umûmu´l-belvâ: Genel olarak toplumu ilgilendiren ve herkesin karşı karşıya kalıp hükmünü bilmeye gerek duyacağı varsayılan durum. Bir şeyin, çoğunluğun bilgisi dışında kalmayacak yaygınlıkta olması.

Vaîd: Azap tehdidi.

Vaz´: Koyma, yapma, konuluş, konum, kullanım.

Vesk: 60 sâ´Iık bir ölçü biçimi.

Vizan: Hareket noktası, simetri, ölçüt, eşdeğer karşılık.

Vürûd: Gelmek, varid olmak.

Zıhar: Bir fıkıh terimi olarak, ko­canın "sen bana anamın sırtı gibisin" vb. ifadelerle karısını, kendisine nikahı düşmeyen kadınlara benzetmesidir.