Mutlak İle Mukayyedin Mahîyetleri Ve Hükümleri :

Mutlak İle Mukayyedin Mahîyetleri Ve Hükümleri :


274 - : Mutlak; bir has lâfızdır kî, delâlet ettiği efrattan lâalet-tâyin birini ifade eder, bu efradın hepsine şayi olursa da ihata veçhile şâmil olmaz.

Meselâ: insan lâfzı mutlaktır, bir çok ırklara, memleketlere men­sup fertlere delâleti vardır. Fakat bir kimse; «Ben bugün bir insan ?le görüştüm» dese lâalettâyin bir insan ile görüşmüş olduğunu söylemiş olur. Yoksa muayyen bir ırka veya memlekete mensup bir insan ile gö­rüşmüş olduğunu söylemiş olmaz.

275 -: Mukayyet; bir has lâfızdır ki, delâlet ettiği efrattan her­hangi birine şayi olmayıp bunlardan muayyen birini veya bir nevini ifade eder.

Meselâ; beyaz insan, siyah at, mümin köle tâbirleri birer mukay­yet lâfızdır.

Binaenaleyh bir kimse, «ben bugün bir beyaz insan gördüm» dese beyaz ırka mensup insanlardan birini görmüş olduğunu söylemiş, bu­nunla o insanın siyahı olmadığını ifade etmiş olur.

276 -: Mutlak itlakı üzere, mukayyet de takyidi üzere cari olur. Bir zaruret bulunmadıkça bunlardan biri diğerine hamlolunmaz. İşte mutlak ile mukayyedin hükümleri budur. Meselâ: bir kimse: «Bana. bir at al» diye bir şahsa vekâlet verse o şahıs, bu vekâlete mebni her­hangi bir atı alabilir. O kimse, «Benim maksudum Arap atı idi veya Acem atı idi» diye bunu kabulden kaçmamaz. Çünkü at lâfzı, mutlak­tır, bu ıtîakı üzere carîdir. Fakat «Bana bir Arap atı al» demiş olsa o şahıs bir Acem atı alamaz. Zira Arap atı sözü, mukayyettir, bu kay-de riayet lâzımdır.

İşte kitap ve sünnetteki mutlak ve mukayyet lâfızlar hakkında da, bu esas, carîdir.

Meselâ: Keffareti yeminden dolayı «Rakabe» azad edilmesi emro-lunmuştur. Rakabe ise mutlaktır. Mümin olan memlûke de, gayri mü­min olan memlûke de delâleti vardır. Binaenaleyh yemininde hanis olan bir müslüman, herhangi bir Rakabeyi azad etse keffaretini yerine ge­tirmiş olur. Amma hataen katilden dolayı «Rakabei mümine»yi azad etmek ile emir olunmuştur. Rakabei mümine ise mukayyettir, rakabei gayri mümineye şâmil değildir. Binaenaleyh hataen katilden dolayı mümin olmayan rakabeyi azad etmek kifayet etmez.

277 -: Bir mesele hakkında biri mutlak, diğeri mukayyet olmak üzere iki delil bulunsa bunlardan hangisile amel edilir?. Mutlak mukay­yetle hamledilirse itlakın hükmü iptal edilmiş olur, hamledilinezse iki delil arasında bir münafat vücude gelmiş bulunur.

O hâlde bakılır: eğer mutlak ile mukayyetten biri diğerine hami için bir ıztırar ve mecburiyet görülmezse, yâni: her birinden anlaşılan mânâ, maksat, başka bulunursa mutlak itlakı üzere, mukayyet de tak­yidi üzere carî olur. Fakat bir ıztırar, bir mecburiyet görülürse, yâni: mutlaktan anlaşılan mânâ ile mukayyetten anlaşılan mânâ müttehit bu­lunursa o zaman mutlak, mukayyede hamlolumır.

Meselâ: Kefareti yeminden dolayı rakabet azat etmekle memuruz. Keffareti katilden dolayı da bir mümin rakabe azat etmekle mükelle­fiz. Burada hâdiseler başka başkadır. Binaenaleyh mutlakı mukayyede hami lâzım gelmez, yâni: kefareti yeminden dolayı da azad etmekle me­mur olduğumuz rakabenin mümin olması icap etmez. Bu, Hanefî'ye gö­redir.

«Şafiîlere geünce : onlara göre burada mutlak, mukayyede hami olunur. Çünkü buradaki iki hüküm, kefaret olmakta müttehittir. Mücerret kefarette iştirak ise bu iki hükümden birinin diğerine ilhakım ik­tiza eder. Mutlak olan hüküm, sakittir. Mukayyet olan hüküm ise na-tıktır, yâni: rakabenin vasfım mübeyyindir. Natık ise, sakite mürec­cahtır. Binaenaleyh mercuh olan mutlak, racih olan mukayyede hami olunur.

Buna cevaben demliyor ki: mücerret kefaret isminde ittihat, bu ke­faretlerin mahiyetlerinde ittihadı müstelzim olmadığından hükümlerin­de de ittihadı müstelzim olmaz.

Fakat keffareti yeminde rakabe azat etmeğe kadir olmayanlar için: âyeti kerimesiîe mutlak üç gün oruç tutması emrolun-m ustur, îbni Mes'ud Hazretlerinin meşhur olan kıraetinde iseid, gidiye bu üç gün muttasıl olmakla mukayyet bulunmuştur. Hâ­dise ise müttehittir. Bir orucun müteferrik üç günde tutulması hakkın­daki bir emir ise muttasıl üç günde tutulması hakkındaki emre müna-fidir, münakızdır. Binaenaleyh burada bu münafattan ihtiraz için mut­lakı mukayyede hami için bir zaruret vardır.

278 -: îtlak ile takyit, bir hükmün nefsinde değil, sebebinde veya illetinde veya şartında bulunsa biri diğerine hamledilmez, her birile ay­rıca amel olunur.

Meselâ: sadaki fıtırın vücubü hakkında iki hadisi şerif vardır. Bi­ri emridir ki, mutlaktır. Diğeri: emridir ki, müslîm olmakla mukayyettir. Binaenaleyh burada mutlak, mukayyede hamlolunmaz. Hem müslim olan köle için, hem de gayri müsüm olan köle için efendisinin sadakai fıtri vermesi lâzımdır. Çünkü sadakai fıtrin sebebi vücubü, rakabei nüfustur. Bu rakabe, müslim olup olmamakla mukayyet değildir. İkinci hadisdeki «minelmüslimîn» kaydı ise bu sebebe ait bulunmuştur. Bu ise mutlakın mukayyede hamlini is­tilzam etmez. Her iki köle için de sadakai fıtır vermekte bir münafat yoktur.

Şafiîler ise bu hususta da natık, sakitten evlâdır.» diye mutlakı mukayyede hamletmektedirler. Itlak ile takyidin hükümde olmasile se­bepte veya şartta olması arasında fark görmüyorlar.

Buna karşı deniliyor ki: nâtık ile sakit arasında tearuz bulunmalı­dır ki, natıkiyet ciheti tercih edilsin. Burada ise böyle bir tearuz yok­tur.